Kayıtlar

Kasım, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Babalar ve Kızları

Bir kızın, tüm hatalarıyla ve eksikleriyle kabul ettiği tek erkek ‘BABA’sıdır. Hep erkek arkadaşımızı, sevgilimizi değiştirmeye çalışsak da babamızı değiştirmeye çalışmayız. Farklı bir kabulleniş ve aşk vardır baba- kız arasında. En çekilmez huylarını bile sineye çekeriz. Söyleniriz, kızarız belki ama asla vazgeçmek geçmez aklımızdan. Zaten istense de vazgeçilmez babadan kolay kolay. Sanırım bu yüzden, babalarına âşık kızlar; hep ona benzeyen adamlar ararlar. Bazısı bulur, bazısı bulamaz o ayrı... Babaya duyulan ‘en temiz aşk’tır. O'nun bir "Aferin"ini duymak için hırsla çalışırsın hep. Bazen öyle bir duruma gelirsin ki; sevgisini, ilgisini canının içi kız kardeşinden bile kıskanırsın. Baba'nın onayladığı şeyde gönül o kadar rahattır ki! Yanılsan da sırtın yere gelmez. Baban yanındadır. Alnından öpünce, yanaktan bir makas alınca… Kısaca seni sevdiğini her gösterdiğinde kendinle gurur duyarsın. Baba kucağına yatınca, tüm kalp yaraları sarıl

Kahrolsun Bağzı Cadılar!

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pireler berber, develer tellâl iken ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken... Ormanların içinde dev, ihtişamlı kalenin bir prensesi varmış. Masallar kadar güzel olduğundan ancak masallarda yaşayabilecek bu prenses, kendini kötülüklerden korumak için hep farklı biri gibi gösterirmiş. Prenseslikten de sevimli olmaktan da hiç hoşlaşmadığı için genelde bu yönünü hep bastırmış. Olabildiğince saklamış. Kıvır kıvır volümlü saçları omuzlarında dalgalanırmış. Volüm o zamanlar da varmış tabi... İnsana huzur veren bir sesi varmış. Özellikle bazı insanlara... Canı yandı mı kralı gelse tanımazmış (babası dâhil tüm krallar) Dili o kadar kesin ve keskinmiş ki... Prensesle konuşmak bir dert, konuşmamak bin dertmiş. Sanki birden kızgın ateşe atılmış da içi hamur kalmış bir kurabiye gibi; dışı taşlaşmış, içi yumuşacık olan bu prenses hayal kırıklığına uğramaktan çok korkarmış. O kadar ki; bu uğurda hayal kurmamayı bile terc

Kanayan Yarama Parmak Basın!

Anneciğimin muhteşem mutfak becerisinden bir nebze genlerimde ihtiva ettiğimden biraz şanslıyım. Gözlemciliğimle bu yönümü geliştirdiğim için de -aldığım feedbacklere bakılırsa- biraz başarılıyım. Rahmetli anneannemin deyimiyle yemeklerim "yenmeyecek bir şey değil" (Artık iyi bir şey mi demek istedi, kötü bir şey mi varın siz düşünün) Gel gör ki; çorba yapamıyorum arkadaş! Haydi! Gelin birlikte bu çok önemli, kanayan yarama parmak basalım. Tamam. Çorbalarım lezzetli oluyor. Zaten dünyanın en kolay işi… Ama benim elimin ayarı yok. Ne zaman "bu sefer iki kişilik çorba yapacağım" desem sonum hüsran. İçimde bir yerlerde pusuda bekleyen Anadolu kadını, gadın anam, evlatları bol bol 'yisin' diye kıvranan teyzem hortluyor ve ben yine bir kazan dolusu çorbayla nihayete eriyorum. Bu uğurda 3 tencere değiştirmişliğim var. En küçük çelik tencerede başlayan serüven bir bakıyorum aşure kazanında son buluyor. O arada geçen süre old

Ben Ettim Siz Etmeyin!

Arkadaşlar ben ettim siz etmeyin, kendinize macera aramayın. Yılın belli dönemlerinde bende anlamsız bir “haydi görmediğimiz yerleri keşfedelim, bilmediğimiz yerlerde gezelim” krizi görülür. Bir önceki çalışmamda, tüm maceracı kimliğimle bilmediğim bir otobüse rastgele bindim. Yaklaşık bir saat sonra gecekondu mahallesinde arka kapıdan indim. Ön kapıya ilerleyip geldiğim otobüsün kalkmasını bekleyerek geri dönüşüm bir oldu haliyle… Neyse ben bu sefer bir fırsat sitesinde gezinirken “Amaaan Ortaköy, Bebek, Taksim… Hep bildiğimiz yerler olmasın, burnundan sümük akan o kara suratlı çocuğu ben de göreyim, birkaç yaşlı amcaya selam vereyim, şehrin dokusunu, ilginç kokusunu alayım dedim.” Tahmin edersiniz ki; gözünü çıkardım! Yenikapı’da bir otelin kahvaltı kampanyası varmış. “Haydi” dedim. Yenikapı’yı ve civarını hiç bilmiyorum bir gidip görelim. Fırsatı attım cebe, rezervasyonu da yaptırdık. Bindik sahilden otobüse… Benim adam, “bu durakta ineceğiz” deyince, bir he