Kayıtlar

2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Heeeep İstediğim Oldu!

2011 bana oldukça iyi geldi. Bir önceki yıl çok üzülüp ağlarken meğer çok güzel şeylerin taksidini ödemişim onu anladım... Yeni bir iş, yeni arkadaşlar, hoş muhabbetlerle başladığım yıl birkaç ay sonra büyük bir mucizeyi getirdi. Minik pembe ayacıkları, kapalı gözleriyle parmağıma sarılan, kucağıma aldığımda bütün derdi tasayı unuttuğum, ben doğurana kadar dünyanın en harika bebeği olduğunu düşüneceğim (eee bu kısmı ablam okumaz umarım:) ) Kaan'ıma kavuştum, teyze oldum. 2011 içinde birlikte güldük, birlikte hasta olduk, yedik, kustuk, oynadık, uyuduk, emekledik. sayesinde güzel ailemin de neşesi katlandı, birlik beraberliği arttı. Çok şükür ki yılın daha 5. ayında hayatımın bir diğer mucizesi karşıma çıktı ya da ben onun karşısına çıktım:) "Nesini seviyorsun?" sorusuna hayatımda ilk kez cevap veremediğim muhteşem insan hayatıma girdi. Çünkü sevgi için koşul gerekmiyor bunu yaşayarak öğrendim. Çok mutlu oldum, çok mutlu ettim, birlikte güldük, gezdik, üzüldük, en civcivli

Roaccutane Günlükleri -3

İlaca 9 Eylül 2011'de başladım. Şu an 15 Kasım, aradaki hasta olup kullanamadığım 2 haftayı saymazsam, 50 gün kadar olmuş. 3 Kasım'dan beri 40 mg'a çıkardığım doz sayesinde, son bir haftadır Roaccutane'la yüzümde kuruma ve pullanma hız kesmeden devam ediyor:) Birkaç yeni sivilcem çıkmış olsa da öyle "suratınız çiçek bahçesine dönecek" kehanetleri hala gerçekliğini ispatlayamadı. Konuyla ilgisi var mı bilmiyorum ama sık sık baş ağrısı yaşıyorum. Yüzdeki kuruma için L'oreal Hydrafresh su bazlı kremi kullanıyorum ve oldukça memnunum. Hiç yağlandırmadan nemlendiriyor ve pul pul dökülmeyi önlüyor. Bepanthen kremle yaşadığımız fırtınalı ilişki beni kesmediğinden Bepanthen merheme geçiş yaptık, doktorumun isteğiyle... Ve bence merhemin tadı daha güzel ama yine de çileklisi, karpuzlusu falan çıkarsa hayır demem sevgili Bayer yetkilileri:) Burun kanaması çoook hafif, diş eti kanaması da bu sabah ilk kez yoğun bir şekilde yaşandı. Ama korkulacak bir durum yok. Kend

Çok kötü, pis, fena bir önerim var!

Evet, çok şanslıyım çünkü hiç "en sevdiğim insan" ölmedi. Çok sevdiğim insanlar öldü. Allah rahmet eylesin. Ölümler büyük kayıp. Ve büyük kayıplarda bile kanıtlıyoruz ki; insan bencil bir varlık... Yaşamına devam etmek için en üzgün anında bile gerekli dozda neşesini buluyor. Bütün cenazelerde bir gülüşme olur ya mesela, onu diyorum. İnsan kendinden o kadar utanır ki... Yersiz gülüşmesini saklamak ister ve "ayy sinirlerim boşaldı" der. Yalan! Basbayağı hayatta kalmaya yetecek kadar neşe sağlamak isteyen bünye, kendine bir bahane aramış ve bulmuş işte! Hiç kıvırma... Çok kez "en sevdiğim insan" gitti... Çok sevdiğim insanların arkasından da çok ağladım. Çoğu geri döndü bir şekilde. Kan bağım olanlarla zaten sadece aynı ipin farklı uçlarında, farklı uçurumlardan sallanmıştık. İplerimiz kısalınca yine sarıldık birbirmize... Benim de "en sevdiğim insan"lar değişti bu sayede. Gidenlerin yeri doldu. Gidenlerin açtığı yarayı saranlar "en sevdikleri

Roaccutane Günlükleri- 2

Pek sevgili kurtarıcım Roaccutane ile 2. aya başladım. Perşembe günü kontrole gideceğim doz artışı için. Şimdilik öyle dayanılmayacak bir zulmü olmadı. Herkes derin bir nefes alabilir:) Detaylandırırsak... Kas ağrılarım var ufaktan ama bunun nedeni yoğun antrenman ve sosyal programlarım da olabilir diye düşünerek Roaccutane'ı temize çıkarmaya çalışıyorum... O değil de 2.ayda Bepanthen'le cidden aşk yaşamaya başladık. Pazar günü yanıma almayı unuttuğumda aramızdaki derin ilişkinin bir kez daha farkına vardım. Dudaklarım ateş gibi yanıyor ve pul pul dökülüyor. O yüzden acısına katlanmamak için Bepanthen'in o iğrenç tadını yeğliyorsunuz. İlacın psikolojik etkileri olduğunu içinden çıkan çarşaf kadar prospektüste okumuştum ama intiharlık bir durum yok. Gerçi sinir stres yapıyor farkındayım. Normalde sakin bir insanımdır ama bazen kendimi pöykürürken bulabiliyorum. Ya da geceleri ağlama nöbetleri olabiliyor. Sanırım sebepsiz çünkü niye ağladığımı düşünüp sebep bulmaya çalışıyoru

19 Ekim'in ardından...

2 gündür azcık gülsem vicdan azabı hissediyorum. Eğlenceli bir şarkı açsam yarısında kapatıyorum. Aynı sebeple başka bir konu hakkında da karalamak içimden gelmedi. Çünkü 19 Ekim gecesi ben rahat uykumda dönerken, 24 kardeşim can verdi... Telafisi olmayan tek şey oldu yani... Ben küçükken cenazeye saygı vardı. Apartmanda biri vefat etse evde televizyon açamazdık. Sesi giderse ayıp olur diye ki hoş zaten kimsenin canı da televizyon izlemek istemezdi. Birçok şey gibi hassasiyetimizi de kaybettik! Şu an herkes üzülüyor üzülmeyenler de mahalle baskısından üzülmüş taklidi yapıyor. Gerçekten şehitler için bir dua okuyan, teröre küfür eden, lanet eden kaç kişi vardır Allah bilir... Bir ilk gerçekleşti televizyon dizileri, eğlence programları ertelendi, canı yanan kalabalık bu kez de "ne kadar ertelenecek?" "haftaya yayınlanmayacak mı?" diyor. Haklılıklarına da katılmıyor değilim... Olay artık bu göstermelik tepkilerin dışına çıkmalı. İnsanlıktan nasibini almamış, kancıklar

Ulu'yorum öylese varsın: Auuuuudi!

Geçtiğimiz yıl peşi sıra bir sürü talihsizlik ve mutsuzluk yaşadığımdan mıdır? Yoksa bazı şeylerin zamanı henüz geldiğinden midir? Bilmiyorum… Ama şükretmenin kifayetsiz kalacağı bir yıl yaşıyorum. İyi bir iş bularak başladığım 2011 yılı, birkaç ay sonra mükemmel bir sevgili, kocaman mutluluklar, huzurlu bir iş çevresi verdi. Yetti diye düşünüyordum ki yıl bitmeden en büyük hayallerimden biri daha gerçek oldu. Şükürler olsun! Hayallerimi süsleyen harika arabaya kavuştum! Beni tanıyanlar araba kullanma konusunda ne kadar hevesli olduğumu bilirler. Çocukluğum babamın arabasını kaçırıp gizlice sürerek geçmedi tabi ki. O kadar cesur olamadım hiçbir zaman ne yazık ki :) Ama geceleri rüyamda araba kullanmışlığım, motor tamir etmişliğim hatta polisten ceza yemişliğim var. Rüyamda “Rüşvet teklif etsem ayıp olur mu acaba?” diye bile düşündüm yani. O derece! Şimdi böyle şoför Nebahat gibi bir izlenim çizmiş olabilirim… Ama rüyalarımı süsleyen dikiz aynasından el örgüsü gül motifi s

Roaccutane Günlükleri-1

Geçtiğimiz günlerde, hayatımda kendimden şikayetçi olduğum ve değiştiremediğim tek şey olan sivilcelerimden köklü bir çözümle kurtulma kararı aldım. Tabi ki "Amaca giden yolda çekilen çile kutsaldır." Biliyordum. Ama çilenin boyu epey uzun olduğundan belki birilerine de benim deneyimlerim ilaç olur diyerekten Roaccutane Günlükleri tutmaya karar verdim. Roaccutane'ın çok kuvvetli bir ilaç olduğunu biliyordum. Uzman doktorun kan ve kolestrol değerlerimi iyice analiz etmesinden sonra ilacı kullanacak olmam güven verdi. Tabi bu kuvvetli ilaçtan ben bile tırsıyorsam, sivilcelerim 'çamaşır suyu reklamlarındaki mikroplar gibi kaçacak nihahaha!' şeklinde bir hayale kapılmam yersiz olmuş... Birçok yan etkisi, farklı bünyelere farklı etkiler bırakırken Bengü üzerindeki izleri paylaşmakta yarar var:) 9 Eylül 2011 itibariyle, E vitamini takviyesiyle günde 20 mg dozda başladığım Roaccutane'ın bendeki etkileri... İlk hafta (4-5 gün) gecenin en kör saatlerinde "uykum b

Çok Şükür Kulak Memesi Kıvamındayım!

Küçükken ablamla günün herhangi bir saatinde, misal elma yesek, annem gelip "Aaa kızım şimdi elma yemenin zamanı mı?" derdi. Yıllarca anlam veremediğimiz bu cümleye güldük durduk. "Elma yemenin zamanı mı olur?" dedik. Ama oluyormuş. Zamansız yediğin elmadan zehirlenince anlıyorsun! Her şeyin bir zamanı varmış... Zamanında başıma gelen olaylardan yola çıkarak konuşuyorum yola kiminle çıktığın ve kiminle kaldığın çok önemli... Çıktığın yolda yalnız kaldıkça gelene- gidene aldırış etmemeyi öğreniyorsun çünkü. Olmayan şeylerin arkasından ağlamanın, çocuk gibi yalvarmanın ne kadar gereksiz olduğunu biraz geç de olsa anlıyorsun. Olmayan şeyin sonradan her seferinde "iyi ki olmamış!" dedirtmesinin verdiği şaşkınlığın bunu anlamamda katkısı büyük tabii... İnsan belli aşamalardan geçmeden, acıları yüklenmeden, kalbi kırılmadan insan olmuyor. Etrafımızda insan olamayan canlıların dolaşmasını da buna bağlıyorum zaten. (biliyorum çok iyimser düşünüyorum:)) Edindiğim d

Gidiyor musun Yaaa Şehri Ramazan?

Mahyalarda gördüğüm "Hoşgeldin ya! Şehri Ramazan" ibaresini yıllarca kendi içimde 40 yıllık kankama sesleniyormuşum gibi "hoşgeldin yaaa şehri ramazan!" olarak bilip, "Şehri Ramazan"ı da "ramazan şehri" herhalde şelinde yorumladıktan sonra, bu sene biraz daha bilinçli olmaya karar verdim. Hemen bilgilendireyim. Şehr ay anlamına geldiğinden "Hoşgeldin Ramazan Ayı" gibi gayet basit bir anlamı varmış. Ben macera aramışım... Okuyup inceleme faslı masabaşı çalıştığımdan dolayı sınırlı imkanlara dayansa da elimizden geleni yapalım diyerekten, web aleminde sanal hidayete ermeye çalıştım haliyle... Bu bilgilenme aşamasında karşılaştığım, Diyanete yöneltilen Yiğit Özgür karikatürü tadındaki sorulara hiç girmiyorum... Ay yok gireceğim galiba! "Akvaryum temizlerken balığın suyunu yuttum. Orucum bozulmuş mudur?" beni derinden etkileyen sorulardan biri oldu. Hayır ben de evcil hayvan besledim. Özellikle hala hayatta olan (çok

Anne Hathaway ile bir gece!

Geçtiğimiz hafta pek sevgili erkek arkadaşımın babamla tanışması hadisesisinin, bünyede yarattığı stresle karışık heyecanın bir tepkimesi olarak tuhaf senaryolarıma bir yenisini ekledim sanırım... Erkek arkadaşım, bizim evimize geliyor. Maaile oturuyoruz sohbetler muhabbetler... Bu kısımlar evet heyecanlı fakat çok hızlı geçiyor. Buradan anlamam lazımdı ki finalde bir kıllık yaşanacak! Sonra saat geç oldu diyerek, sevgili babacığım gayet rahat bir şekilde erkek arkadaşımın evimizde yatıya misafir olmasına pek sevineceğini söyleyip odasına geçerek fosur fosur uyumaya başlıyor(!) Aslında olayın kopuş yeri burası. Paçasından geleneksellik akan babamın bu radikal kararı bana büyük sinyaller vermiş ama vah ki o sırada olaya ayamıyorum. Buradan bari anlamalıydım ve tedbiri elime almalıydım ama bir telaş bir panik geçiyor saniyeler... Sonra tüm iyi niyetim ve coşkumla "biz gençler uyumayalım hayde biraz daha oturalım" diyorum ki... Efenim odadaki gençleri tanıyalım!

En Az 1 Spartalı Ve Bengü

Siz sakız çiğnerken yürüyebilenlerden misiniz? Ya da merdiven çıkarken konuşabilenlerden? Bu sorulara cevabınız evetse sorun yok. Amaaaa siz de koşarken esneyebiliyorsanız bana bir geri dönüş yapın da bir daha görüşmeyelim. Bu sabah ayılmama sebebiyet veren hadiseden bahsediyorum efenim. Serviste uyku mahmuresi stayla, koltukta belenirken kısık gözlerimin arasından tanık olduğum sahne sonucu ayıldım! Esmer, 1,70 boylarında bir adamcağız bir yandan koşup bir yandan da öfkeli olduğu kadar da çaresiz çığlıklar atıyor... Yok yahu çaresiz değil, mağrur...Gözlerinde hafif yaşlar... Korkmuş olabilir mi acaba? Iıh değil böyle biraz zafer çığlığı atıyor gibi sanki.. Birini mi kovalıyor acaba? Yoo önünde de kimse yok! Bir derdi var kesin bağrı yanık bağırıyor... Yok o da değil... Esnemiş ayol bu! Evet, birisi koşarken esneyince ve siz de sadece bu sahneye tanık olduysanız, kafada saniyelik düşünceler arasında adamı, Spartalıların komutanı Leonidas gibi görebilirsiniz. Tabi

Ofiste Dedikodu Robin Hood'ları Avlama Teknikleri!

Gülümserken gözleri istemsizce japon bebeleri gibi kısılan hatun kısmından korkacaksın... Zira "Çok samimiyim, aman sana sempatimden ölüyorum" ayağına yatıp, tırnaklarında senin adına kazdığı mezarın topraklarını taşıyan hatun kişisi iş hayatının en dikkatli olunması gereken hususlarından... Kıskanç kadını cımbızla bulma metodu! Seni her yalnız yakaladağında "Aaaa güzelim hasta mısın?", "Çok kötü görünüyorsun", "Tatlım senin neyin var? mutsuz musun?" sorularından mutlaka en az birini duyuyorsanız, karşınızdaki yoluk saçlı hatuna dikkat etmekte fayda vardır. Evet insan kötü görünebilir, bazen keyifsiz de olabilir ama bunu sormanın bir adabı vardır ki haftanın en az 5 günü çalışan bir elemanın devamlı hastalıklı ya da mutsuz olma ihtimali zaten yok denecek kadar az bebişim! Haydi onu da geçtim de İnsan Kaynakları'ndan daha mı insansın güzelim? Onlar çalışmamda bir problem görmedi de sen mi rahatsız oldun? Hem karşından halay çekerek mi? kaşık ç

1. round başlasın!

Yüzümde gevrek bir gülümseme ekrana bakıyorum. Arada kikirdemeye varan grafiğim gördüklerimle doğru orantılı olarak dalgalanıyor. Karşıdan beni gören biri, muhtemelen eğlenceli bir video izlediğimden şüphelense de kendilerini ekranıma arkadan bakmaya davet ediyorum. Ya da imkanı olmayanlar için yüreklice itiraf ediyorum... Ben tencere tava bakıyorum! Hey gidinin 24 senelik Bengü'sü. Ailede 'fransız' olarak tabir edilen, akmaz kokmaz, hiçbir formaliteye karışmaz doğal yaşam formu... N'oldum demeyeceksin n'olacağım diyeceksin işte. Tencere ya da çatallara hayretle bakmamın sebebi dolgun fiyatları değil tabii ki onun da payı var:) Kendimi bu sahnede başrol oyuncusu olarak düşünmemiştim hiç. Düşünsem de hemen savuşturmuştum bu fikri. Misal 'ablamın düğünü'nde en iyi yardımcı kadın oyuncuydum, evet! İyi bir kardeş, manevi destekçi vs ama alışveriş konusuyla, ailelerin tanışma seremonisiyle ilgilenir gibi davranırken baya ilgilenmemişim yahu! Dipnot: Özür dilerim

Susup oturuyorum işte!..

Bir şeyin olacağı varsa, süreci ne kadar geciktirebildiğinin hiçbir anlamı kalmıyor. Çünkü olacak olan, o gözüne soka soka, bağrına sine sine hissettiğin gerçek, sadece vadesini bekliyor işte. Olsun bitsin bari. İzin vermeli insan... Ama kolay kolay veremiyor! Çok sevdiğin insanları kaybetmenin verdiği acı zamanla kendini artık elin kolun bağlı vaziyette kalabildiğin, en fazla hayretle izlediğin, kabullenilmiş bir çaresizlik safhasında bırakıyor seni. Uzun süre bu aşamada asılı kalıyorsun. Ama biliyorsun ki daha önceki çırpınışların daha fazla batmandan başka bir işe yaramamıştı. "Sus otur işte!" diyosun kendine... Kursağında yüzlerce "...ama!", "...neden?", "...aslında..." temalı eksik monolog bulutu, biraz trajedi, biraz dram içerikli bir hikaye, anafikri "yarım kalmışlık" olan bir karikatür olarak hayatına devam ediyorsun... Ben böyle durumlarda kaybettiklerim -eğer ki KARDEŞ kadar çok kıymetliyse- karşımdakini öldü farzediyorum ki a

En az herkes kadar anormalim!

(Posted on 19 Nisan 2011 by benguoner) “Bu oldu” deyip kenara kaldırdığım bütün parçalar kırılıyor. Kırıklar elime battığında hissettiğim şey; haftanın her günü evin başka bir odasını temizleyip, temizliğin son günü ilk başladığın odanın toz içinde olduğunu gördüğün an hissettiğin hayal kırıklığına kardeş bence. Ama parçaların kırılması daha haşeri kardeş. İnsanın canını çimcikliyor falan… İddialı olduğum tek konu iyi niyetim. Kartlarım da daima açık, herkese en baştan neyin ne olduğunu söylüyorum ama her göz kırpışımda hayatımın bulmacaya döndüğünü fark ediyorum. Bulmacalardan hiç haz etmem halbuki… Belli klişeler vardır. İnsanlar diğer yarılarını bulduğunda kenetlensin diye parmakları aralıkmış da, aslında neslimizi en mükemmel şekilde devam ettirmek için hayatımız boyunca arayışta olurmuşuz da… Tamam belki diğer yarım yok ama bari bıraksalar da “yarım” olarak sağlıklı bir hayat yaşabilsem. Belli şeyleri yavaş yavaş kabulleniyorum. Mesela çok normal bir insan olmadığımı, sıkıldığım y

İşte dün gece beni uyanık tutan sebep…

(Posted on 10 Nisan 2011 by benguoner) Bazen kalemi eline alırsın, saatlerdir aklından geçip giden tüm özlü sözler kaybolur gider! Sanki az önce dünyayı kurtarmanın çeşitli yollarıyla böbürlenen sen değilmişsin gibi… Yetim kalırsın dakikalarca kağıdın karşısında. Serde delikanlılık olduğundan kapatıp gidemezsin de… Çok içip uykuyla girdiğin yataktan bir saat sonra dipçik gibi uyanmana benzer bu. Tüm şehir uyumaya çalışırken, sen uyanırsın. Herkese ters gitmenin verdiği dışlanmışlık hissiyle… Oyalanmak için açtığın pencereden gelen rüzgar uğultusu, kedi miyavlaması ya da gece yarısı sefere çıkan yolcu uçağının kulak uğuldatan sesiyle hayallere dalarsın. Seni olduğun yere mıhlayan yüzlerce ipin gevşekken; gittiğin uzun yollar gelir aklına, maceralarını düşünürsün, gördüğünde heyecan duyduğun yüzleri hatırlarsın… Genelde o yüzleri artık görmediğini, görsen de heyecan duymadığını fark etmezsin. Fark ettiysen, zaten O’dur seni uyanık tutan sebep… Erkeklerin bizden daha kolay uyutulduğunu sö

Kulhak’kına Giren Şoför ve Ben!

(Posted on 31 Mart 2011 by benguoner) “Yanındaki insan arabasından inerken totosuna bakmayan şoför, ya ahlaklı biridir ya da kafası meşguldür…” tezim ikinci ihtimal üzerinde ihtisas yapıp, ununu eleyip eleğini de asınca, bindiğim araçlarda arka koltukta oturmayı yeğlemiştim. Arka koltuğa da oturmanın adabı var tabi. Genelde araçta benim haricimde tek insan “şoför bey” ise, sürücü koltuğunun tam arkasına oturmayı pek tercih etmem. Zaten bir şehir efsanesi buyurur ki: “ticari arabalar ya da sadece ulaşım için kullandığın kişisel araçlarda şoförün çaprazına otur.” Sanırım sürücüyü göz hapsine almak, kontrol altında tutmak için böyle bir teori ortaya dökülmüş. Ya da koltuğunu bagaja kadar itip lökkeş gibi koltuğa yayılarak araba kullanmak isteyen şoförlerce de bu efsane uydurulmuş olabilir. Neyse zaten geçen gün yaşadıklarımdan sonra ben de bu efsanenin sıkı temsilcilerindenim artık… Sabahın erken saatlerinden birinde ulaştırmayla toplantıya yetişeceğim, her zaman giymediğim için

Evet! Böyle birini arıyorum…

Resim
(Posted on 29 Mart 2011 by benguoner) Apartmanda yaşamak gerçekten zor. İster istemez bütün komşular içli dışlı oluyor. Komşu amcanın horlamasından, karısına yaptığı nağmelere kadar bütün özel hayatına tanık oluyorsun sonra da her sabah evden çıkarken “günaydın” deme zorunluluğu hissediyorsun. E adamın osurmasına bile tanık olmuşsun! Bir “merhaba” mı fazla gelecek? Her zaman televizyon gürültüsü, ayak sesi ya da çocukların çığlıkları değil tabi… Komşular birbirlerinin kavgalarına da tanık olur… Uykumdan bile uyanıp sanki benim annemle babam kavga ediyormuş gibi kulaklarımı kapadığım gecelerde hep içimden şunu geçirdim “inşallah benim komşularım buna hiçbir zaman maruz kalmaz” Sadece komşularımı düşündüğümden tabi ki! Huzur hayatın %90′ına hakim. Her şey onun onayından geçip de yaşanıyor çünkü. Onsuz olmuyor… Huzursuz bir hayatı yaşamak azap çekmek insana hiç yakışır mı? Çok geleneksel pek sevgili babaannemin bile ” Ee yavrum yok mu konuştuğun biri?” s

Tebessüm olarak yarım kalman, gözyaşıyla akmandan âlâdır!

(Posted on 20 Mart 2011 by benguoner) Her sıyrıkta aklına en büyük yaran geliyorsa daha iyileşmemişsin demektir. Şifanın kaynağı kendin olamadıysan, yara bandın olmak da her yiğidin harcı değildir. Dinlediklerini unutmamak için, ruhuna, beynine kazımak kolay olmaz. İyiyle kötünün bıçakla kesilmediği, grilerle dolu hayatına vereceğin renk, titizlikle seçilmiş olmalı çünkü! Özellikle her bahar renklenmiyorsa hayatın… Çağladığın da olur, damladığın da hayatta… Her dalgalanmasına ayak uyduramayan yelkenliyi, deniz bile sevmez. Kıyıya atar. İşte bu yüzden sen denizken durulmayı, yelkenliyken bile yüzmeyi bileceksin. Altında etten vücutların sergilendiği bir ip üstünde koşman da gerekir bazen. Dengeni bozmayacak bir cambaz olmalı yanında… İpin üstünde bir kez düşünce, elinden tutan da olsa kalkmak zordur çünkü. Böyle olduğunu bile bile emin olmadan yola çıkmamalı… Kuşkuyla buz tutan kalbini ya tam eritmeli insan ya da zincirlerini hiç açmamalı. Vaktini beklemeli. Kendi zamanını bilmeli… Parl

Çok bakıp az bıkmak…

(Posted on 15 Mart 2011 by benguoner) Günün koşturmacası içinde canavara dönüşen insanlar, ellerindeki çoğu şeyin kıymetini unutuyor. Hal böyle olunca da anca “kaybettiğinde” bu donukluk uykusundan uyanabiliyorsun. Bazen kendimize, çimdik etkisi bırakacak bir şey yapmalıyız! Çünkü o dalgınlıktan zamanında kurtulmazsak, giderken çok önemli şeyleri çalabiliyor. Her zaman aynı semtlerdeki aynı cafelere gidip, aynı şeyleri yiyip, aynı konuları konuşmak, aynı şeylere gülmek ya da susmak… Bunlarla da mutlu olabilen değerli azınlıktan değilsek, ki çoğumuz değiliz… O zaman kendimize gelmek için bir adım atmalıyız. Sevdiğin insanı, O birşeyle meşgulken izlemek bence en büyük hatırlatıcı… Kendi kendine gülümsemesi, çalışırken mimiklerini istemsiz kullanması, garip yüz ifadelerine bürünmesi… Camdan dışarı bakarken dalıp gitmesi… Sonra birşeyi aniden hatırlamış gibi kendine gelmesi… O’nu izlemek rehabilitasyon gibi… Telefonla konuşurken dinlemek de öyle… “Kapat artık şunu!” demektense nasıl konuşt

son dönemin en mutlu insanından merhaba:)

Güzel bir haberi paylaşacağım... Teyze oldum! Kaan bebek dünyaya gözlerini açtı. İlk gördüğüm anda hayat kaynağım oldu bile... Beklediğimize, meraklandığımıza değdi. Kokusunu içime çekmek için akşamı zor ettiğim bu günlerde benden daha mutlu bir insan olamaz herhalde... Dünyanın en güzel annesi de en tatlı bebeği de gayet iyi. Büyük mucizeyi bize bağışladığı için Allah'a ne kadar şükretsek az... Bu dönemde yanımızda olan bütün dostlara çok teşekkür ederim. Mutluluk gerçekten paylaştıkça çoğalıyor... Hoşgeldin ponçiğim :)

Aşk tesadüfleri sever(miş)

Gidişiyle seni yatak döşek ağlatan insanı, üzerinden yıllar ve insanlar geçince gördüğünde, çok garip hissediyorsun. Çünkü elinde en ‘masum’ hali kalmış oluyor. Hayat kabuklarını sevmiyor. Yaralarını devamlı taze tutuyor ama… İlacını da aynı anda zerk ediyor. İstiridyenin acılar içinde inci yapışı gibi, içindeki zehri toplayıp güzel bir şeye dönüştürüyorsun, bu kez de inci’n tatlı geliyor ele… Sen, acılarınla güzelleşiyorsun. Acılarınla seviyor seni insanlar. Kötü dediğin şeyden sonra o kadar kötü şeyle karşılaşıyorsun ki… Kötüye bakış açın değişiyor. Bazen seviyorsun bile 'kötü'yü… Seni ağlatan şeylere, zaman denen garip hekim sayesinde gülebiliyorsun. Yıllar önce herhangi bir yerin herhangi bir köşesindeki merdivenlerde son kez baktığın gözleri tekrar görünce, için sıcacık olabiliyor. Her şeyi unutmak böyle bir şey işte… Sen unutmasan da unutturuyorlar… Gözlerin uzaklara öylece daldığı an, boğulduğun yerden çıkartan içten bir gülümseme elinden tutabiliyor.

Erkek Annelerine Hayati Tavsiyeler!

Şimdi teyze olma arifesinde olduğumdan dolayı çocuk gelişimi konusuyla yakından ilgileniyorum. Özellikle bir kadının bir erkeği anlayarak, erkek çocuğu yetiştirmesi oldukça zor bir iş. Kız çocuğu yetiştirirken farklı davranılması gereken konularda, sözkonusu erkek çocuksa, daha başka davranmak gerekiyor. Bu yüzden yeni annelere ileride kulaklarının çınlamaması için tavsiyelerde bulunacağım. Maksimum 20 sene sonra söylediklerimin kıymetini anlayacaksınız. Duygu Sömürüsüyle Büyütmeyin! Yoksa hatun kişi gibi karşınızda kırım kırım kırılan, trip atmaktan çekilmez hale gelen bir kişilik şekillenir. Karşısındaki kadın ağlayınca dalga geçen bu bünye, kendisi ağlayamadığı her durumu günümüzde trip, gider, atar vs olarak adlandırılan garip davranış bozukluğu şeklinde dışa vurur. Ne duysa "tamam!" der, sonra da ayazda kalmış köpek yavrusu gibi karşısındakinden umut ışığı bekler. Sümüğümsü Yapıya Dikkat! Halk arasında "hanım köylü" tabiri kullanılan, literatürdeki adını bilmed

Osmanlı Torunları El Kaldırsın!

Sabahları iş durumundan, servisle yolculuk ediyorum. Toplu taşıma kullanmayıp yanındaki amcayı göbeğinden öpmek üzere işe gitmezse, sağa sola bakabiliyormuş insan... Ben de fırsattan istifade etrafı incelemeye başladım. Yolda giderken gördüğüm yazıları okumak benim için saplantı ya da bir nevi hobi gibi... O kadar ki, okuma yazmam yokken de yanımdakilere okuturdum... Elime ne geçecekse... (Korkacak bir durum yok, şu an kendim okuyabiliyorum. Rahat bir nefes alıp, tırsmadan yanıma gelebilirsiniz... ) Geçen gün yine okuya üfleye işe giderken gördüğüm isimlere takıldım kaldım. Yavuz Selim otobüs durağından geçtik, o sırada Turan Tekstil yazısı gözüme çarptı... Osmanlı Cam mozaik tabelasını görünce daha da şaşırdım. Daha kendimi toparlayamamıştım ki Fetih Apartmanı "pes" dedirtti. 5 dakikada hızlandırılmış tarih dersinde olmadığıma göre ortada bir gariplik olduğuna karar verdim. Tamam! İngilizce mevzusunda toplumca hassasız, konuşurken bile turist muamelesi yapıp, Türkçe karşılığ

Türk esnafı led tabelayla tanıştı, kaçın!

Tamam gelişmeleri takip etmek güzel şey ama şu sürü psikolojimizden vazgeçsek de her gördüğümüz ekmek kırıntısına çil yavrusu edasıyla koşturmasak, dünya daha yaşanılası bir yer olmaz mı? Olmaz! Ama bunun konumuzla alakası yok. Küçücük ampulcükleri birleştirip hareketli, gösterili tabela yapma akımına karşı mağlup durumdayız. İlk ne zaman başladı? Kim başlattı? Bilmiyorum ama, olayın boyutlarının idrakına, bir akşam eve dönerken şiddetli göz ağrısıyla vardım. İhtiyacı olan da kullanmış olmayan da... Sağa dönüyorum kırmızı "eczane" yazısı yanıp sönüyor, sola dönüyorum "kasap" resmen bağırıyor. Sağa sola akan yazılar, dürümcünün tabelasında tek tek beliren harfler en sonunda ustanın adını oluşturuyor, biz de bu sonuca sevinip çılgınlar gibi eğleniyoruz! Sokakta resmen görüntüler feryatlar içinde! Bir telaşa giriyorsun ister istemez... Dürümcüsünden, giyimcisine herkes yanıp sönüyor, kayıyor, aşağıdan yukarı akıyor... Tam cümbüş var! Vay arkadaş! "Taze yufka bulu

4 Şubat!

Tarih için önemli bir gün olmasıyla dikkat çeken bu soğuk kış gününde neler olmuş kronolojik olmayarak bakalım istedim... 4 Şubat, Gregoryen Takvimi'ne göre yılın 35. günüdür. 2010 Son yıllarda gelmiş geçmiş en büyük yalan söyleyici anonim Türk kahramanının ölüm yıldönümü 1789 George Washington ABD'nin ilk başkanı seçildi. 1936 Anneannem doğdu 2010 İçten pazarlık ve çaktırmadan iş becerme kabiliyetleri ödüllerinin, alanında başka rakibi olmadığı için tek bir kişiye verilmesi uygun görüldü. 1943 II. Dünya Savaşı: Stalingrad muharebesi sona erdi. 2010 Gece 11 sularında başlayan iç savaş sabaha karşı sona erdi. 1957 İlk nükleer denizaltı olan USS Nautilus (SSN-571), yüzeye hiç çıkmadan 60,000 deniz mili katederek, Jules Verne' ünlü romanı "Denizler Altında 20,000 Fersah" 'taki hayali Nautilus denizaltısının dayanıklılığı hayata geçirmiş oldu. 2010 Ciğeri kedilere verilse "mundar" dedirten göç meraklılarının yurdu terk etme hazırlıkları ufaktan başladı 1

Gerçek baldan tatlıdır!

Elinizde birçok seçenek varsa, hakikat aralarında size en anlamsız gelendir. Gerçek, inanılması güçtür, elinizdeki en acımasız seçenektir, uygulaması en zor görev, verilmesi en güç karardır. En kötü ihtimaldir. Kabul edemesen de için için bilirsin onu. Ama gönül, en iyi seçeneğin başa gelmesi için yalvarır, o olmasın diye umutla beklersin. Hakikat, o kalabalık arasında pis pis sırıtır. Büyük bir soğukkanlılıkla, işinin ustası bir kötü adam gibi sahneye çıkma zamanını bekler. “Sen o zaman görürsün!” ifadesiyle bekler… Vakit gelip kapıya dayandığında, en sevdiği cümleyi söyler: “Evet, ben demiştim!” En olmaması gereken, en zamansız gelen, en akıl almaz ve en akılda kalıcı şeydir gerçek. Kaçılmaz, saklanılmaz, işin kötüsü zevk de alınmaz… Bazen öyle vurucu olur ki… Ömrün Big Bang’le tanışır. Hayat yeniden şekillenir. Zaten olacağını tahmin ettiğin halde görmezden geldiğin o şeytani gülüş, yanağında bir öpücüğe dönüştüğünde kendine gelirsin! Sahtesi olmaz, t

Laf Atmanın Adabı!

Araba kullanırken güzel bir kız görünce (hiç de mütevazı değilimdir) gaza basan erkekleri anlayamıyorum! Yürürken aynı durumla karşılaşınca koşmaya mı başlıyorsunuz? İnsan güzel bir şey gördüğünde daha uzun süre seyretmek ister. Yani benim bildiğim hoş bir insana bakmak istersin, çok utanıyorsan gözünü kaçır, yanından fişek gibi geçip pis egsoz kokunu hatıra bırakınca daha mı çok etkileneceğiz? Bu konulara çok fazla kafayı takmamayı bir gün yanımdan geçerken “sarı saçlarını deli göynüme bağlamışsın çözülmüyor Mihriban” şeklinde çığırarak saç rengime aklı sıra atıfta bulunan türkü dostu canlıyla karşılaştıktan sonra öğrenmiştim. O anki ruh halleri mi insana bunları yaptırıyor yoksa gerçekten mi şirazeleri kayık yaşıyorlar bilemedim… Ama var bir sorun eminim! Bir dönem slogan haline gelen “pardon siz gerçek misiniz?” sorusunu soranlara da verilecek epey yüklüce cevaplarım vardı hali hazırda… Gel gör ki böyle durumlarda susmayı yeğliyorum. Tabi insanın çığlıklarla “i