Kayıtlar

Haziran, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Susup oturuyorum işte!..

Bir şeyin olacağı varsa, süreci ne kadar geciktirebildiğinin hiçbir anlamı kalmıyor. Çünkü olacak olan, o gözüne soka soka, bağrına sine sine hissettiğin gerçek, sadece vadesini bekliyor işte. Olsun bitsin bari. İzin vermeli insan... Ama kolay kolay veremiyor! Çok sevdiğin insanları kaybetmenin verdiği acı zamanla kendini artık elin kolun bağlı vaziyette kalabildiğin, en fazla hayretle izlediğin, kabullenilmiş bir çaresizlik safhasında bırakıyor seni. Uzun süre bu aşamada asılı kalıyorsun. Ama biliyorsun ki daha önceki çırpınışların daha fazla batmandan başka bir işe yaramamıştı. "Sus otur işte!" diyosun kendine... Kursağında yüzlerce "...ama!", "...neden?", "...aslında..." temalı eksik monolog bulutu, biraz trajedi, biraz dram içerikli bir hikaye, anafikri "yarım kalmışlık" olan bir karikatür olarak hayatına devam ediyorsun... Ben böyle durumlarda kaybettiklerim -eğer ki KARDEŞ kadar çok kıymetliyse- karşımdakini öldü farzediyorum ki a

En az herkes kadar anormalim!

(Posted on 19 Nisan 2011 by benguoner) “Bu oldu” deyip kenara kaldırdığım bütün parçalar kırılıyor. Kırıklar elime battığında hissettiğim şey; haftanın her günü evin başka bir odasını temizleyip, temizliğin son günü ilk başladığın odanın toz içinde olduğunu gördüğün an hissettiğin hayal kırıklığına kardeş bence. Ama parçaların kırılması daha haşeri kardeş. İnsanın canını çimcikliyor falan… İddialı olduğum tek konu iyi niyetim. Kartlarım da daima açık, herkese en baştan neyin ne olduğunu söylüyorum ama her göz kırpışımda hayatımın bulmacaya döndüğünü fark ediyorum. Bulmacalardan hiç haz etmem halbuki… Belli klişeler vardır. İnsanlar diğer yarılarını bulduğunda kenetlensin diye parmakları aralıkmış da, aslında neslimizi en mükemmel şekilde devam ettirmek için hayatımız boyunca arayışta olurmuşuz da… Tamam belki diğer yarım yok ama bari bıraksalar da “yarım” olarak sağlıklı bir hayat yaşabilsem. Belli şeyleri yavaş yavaş kabulleniyorum. Mesela çok normal bir insan olmadığımı, sıkıldığım y

İşte dün gece beni uyanık tutan sebep…

(Posted on 10 Nisan 2011 by benguoner) Bazen kalemi eline alırsın, saatlerdir aklından geçip giden tüm özlü sözler kaybolur gider! Sanki az önce dünyayı kurtarmanın çeşitli yollarıyla böbürlenen sen değilmişsin gibi… Yetim kalırsın dakikalarca kağıdın karşısında. Serde delikanlılık olduğundan kapatıp gidemezsin de… Çok içip uykuyla girdiğin yataktan bir saat sonra dipçik gibi uyanmana benzer bu. Tüm şehir uyumaya çalışırken, sen uyanırsın. Herkese ters gitmenin verdiği dışlanmışlık hissiyle… Oyalanmak için açtığın pencereden gelen rüzgar uğultusu, kedi miyavlaması ya da gece yarısı sefere çıkan yolcu uçağının kulak uğuldatan sesiyle hayallere dalarsın. Seni olduğun yere mıhlayan yüzlerce ipin gevşekken; gittiğin uzun yollar gelir aklına, maceralarını düşünürsün, gördüğünde heyecan duyduğun yüzleri hatırlarsın… Genelde o yüzleri artık görmediğini, görsen de heyecan duymadığını fark etmezsin. Fark ettiysen, zaten O’dur seni uyanık tutan sebep… Erkeklerin bizden daha kolay uyutulduğunu sö

Kulhak’kına Giren Şoför ve Ben!

(Posted on 31 Mart 2011 by benguoner) “Yanındaki insan arabasından inerken totosuna bakmayan şoför, ya ahlaklı biridir ya da kafası meşguldür…” tezim ikinci ihtimal üzerinde ihtisas yapıp, ununu eleyip eleğini de asınca, bindiğim araçlarda arka koltukta oturmayı yeğlemiştim. Arka koltuğa da oturmanın adabı var tabi. Genelde araçta benim haricimde tek insan “şoför bey” ise, sürücü koltuğunun tam arkasına oturmayı pek tercih etmem. Zaten bir şehir efsanesi buyurur ki: “ticari arabalar ya da sadece ulaşım için kullandığın kişisel araçlarda şoförün çaprazına otur.” Sanırım sürücüyü göz hapsine almak, kontrol altında tutmak için böyle bir teori ortaya dökülmüş. Ya da koltuğunu bagaja kadar itip lökkeş gibi koltuğa yayılarak araba kullanmak isteyen şoförlerce de bu efsane uydurulmuş olabilir. Neyse zaten geçen gün yaşadıklarımdan sonra ben de bu efsanenin sıkı temsilcilerindenim artık… Sabahın erken saatlerinden birinde ulaştırmayla toplantıya yetişeceğim, her zaman giymediğim için

Evet! Böyle birini arıyorum…

Resim
(Posted on 29 Mart 2011 by benguoner) Apartmanda yaşamak gerçekten zor. İster istemez bütün komşular içli dışlı oluyor. Komşu amcanın horlamasından, karısına yaptığı nağmelere kadar bütün özel hayatına tanık oluyorsun sonra da her sabah evden çıkarken “günaydın” deme zorunluluğu hissediyorsun. E adamın osurmasına bile tanık olmuşsun! Bir “merhaba” mı fazla gelecek? Her zaman televizyon gürültüsü, ayak sesi ya da çocukların çığlıkları değil tabi… Komşular birbirlerinin kavgalarına da tanık olur… Uykumdan bile uyanıp sanki benim annemle babam kavga ediyormuş gibi kulaklarımı kapadığım gecelerde hep içimden şunu geçirdim “inşallah benim komşularım buna hiçbir zaman maruz kalmaz” Sadece komşularımı düşündüğümden tabi ki! Huzur hayatın %90′ına hakim. Her şey onun onayından geçip de yaşanıyor çünkü. Onsuz olmuyor… Huzursuz bir hayatı yaşamak azap çekmek insana hiç yakışır mı? Çok geleneksel pek sevgili babaannemin bile ” Ee yavrum yok mu konuştuğun biri?” s

Tebessüm olarak yarım kalman, gözyaşıyla akmandan âlâdır!

(Posted on 20 Mart 2011 by benguoner) Her sıyrıkta aklına en büyük yaran geliyorsa daha iyileşmemişsin demektir. Şifanın kaynağı kendin olamadıysan, yara bandın olmak da her yiğidin harcı değildir. Dinlediklerini unutmamak için, ruhuna, beynine kazımak kolay olmaz. İyiyle kötünün bıçakla kesilmediği, grilerle dolu hayatına vereceğin renk, titizlikle seçilmiş olmalı çünkü! Özellikle her bahar renklenmiyorsa hayatın… Çağladığın da olur, damladığın da hayatta… Her dalgalanmasına ayak uyduramayan yelkenliyi, deniz bile sevmez. Kıyıya atar. İşte bu yüzden sen denizken durulmayı, yelkenliyken bile yüzmeyi bileceksin. Altında etten vücutların sergilendiği bir ip üstünde koşman da gerekir bazen. Dengeni bozmayacak bir cambaz olmalı yanında… İpin üstünde bir kez düşünce, elinden tutan da olsa kalkmak zordur çünkü. Böyle olduğunu bile bile emin olmadan yola çıkmamalı… Kuşkuyla buz tutan kalbini ya tam eritmeli insan ya da zincirlerini hiç açmamalı. Vaktini beklemeli. Kendi zamanını bilmeli… Parl

Çok bakıp az bıkmak…

(Posted on 15 Mart 2011 by benguoner) Günün koşturmacası içinde canavara dönüşen insanlar, ellerindeki çoğu şeyin kıymetini unutuyor. Hal böyle olunca da anca “kaybettiğinde” bu donukluk uykusundan uyanabiliyorsun. Bazen kendimize, çimdik etkisi bırakacak bir şey yapmalıyız! Çünkü o dalgınlıktan zamanında kurtulmazsak, giderken çok önemli şeyleri çalabiliyor. Her zaman aynı semtlerdeki aynı cafelere gidip, aynı şeyleri yiyip, aynı konuları konuşmak, aynı şeylere gülmek ya da susmak… Bunlarla da mutlu olabilen değerli azınlıktan değilsek, ki çoğumuz değiliz… O zaman kendimize gelmek için bir adım atmalıyız. Sevdiğin insanı, O birşeyle meşgulken izlemek bence en büyük hatırlatıcı… Kendi kendine gülümsemesi, çalışırken mimiklerini istemsiz kullanması, garip yüz ifadelerine bürünmesi… Camdan dışarı bakarken dalıp gitmesi… Sonra birşeyi aniden hatırlamış gibi kendine gelmesi… O’nu izlemek rehabilitasyon gibi… Telefonla konuşurken dinlemek de öyle… “Kapat artık şunu!” demektense nasıl konuşt