Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yoksa Siz Hala?

Şu paranın satın alamayacağı şeylere örnek arıyorsanız ben okkalı bir tane vereyim. Şişmansanız: Giysi! Çocukluğundan beri elma yanaklı ve ortalamanın üzerinde bir kiloda yaşadığım için bu konuda kendimi söz söyleme hakkına oldukça yetkin hissediyorum. Şimdi müsaadenizle. Zayıflar bi’ sussun oradan! Efenim şöyle ki; eğer benim gibi çocukluğunuzdan beri hayatta en çok duyduğunuz şey ne kadar güzel olduğunuzsa, dış görünüşünüzün vahameti hakkında çok fikriniz olmuyor. Çocukluğumda da, çok şükür ergenlik döneminde de uzun yıllar boyunca çirkinlik sebebiyle bir özgüven kaybım olmadı. Kısmetim genelde açık olmuştu üzerinize afiyet. Hoşlandığım birinden karşılık alamadığımda da hiç görünüşüme bağlamamıştım. İşte tahayyül edin nasıl bir özgüvendir o… Ergenliği atlatma evresiyle kendini bulma arasına sıkışıp kalan şuursuz aralığı da saymazsak, kendimi toparlayıp "N’oluyorum ben yahu?" demeyi akıl etmem üniversite 3. sınıfa kadar ertelendi. Elimi s

Yarısı buysa...

Aile içi durumların karışıklığı, ablamın izinlerinin bitmiş olması... Kısaca hayat bana bu kısa deneyimi yaşatmak için elinden geleni ardına koymadı ve ucundan "analık" nedir gösterdi. Hayatımın manası, ailemizin neşesi, ablamın biricik oğlu, 20 aylık bebeciğe bakmak en fazla ne kadar zor olabilirdi ki? Neşeyle kabul ettim. Anladım ki,   yakın zamanda, gizli servisler çocukların gücünü kullanmadıkları her gün için pişmanlık duymaya başlayacaklar.  Neyse... Planım sabahları Kaan'ı doyurup, paklayıp, giydirip yakınlarda arabasıyla dolaştırmak, bebişim de tatlı uykusuna daldığında neşeyle yanımda getirdiğim 3 kitabı bitirmek, kâh film izlemek, kâh internete girmek, akşamları da bu dinlenmekten potansiyele çevirdiğim enerjimi harcamak üzere sevgilimle gezme programları hazırlamaktı. Olayların böyle yürümeyeceğini daha ilk gün anlamıştım fakat salı günü ikimiz de çaresizlikten ağlıyorken   gidişattan emin oldum! Kaan, sabahın 7'sinde yataktan &q

Bazı PALYAÇO Kadınlar İşte…

Sayıları da epey fazla aslında… Her yerlerdeler… Ama siz görseniz büyük ihtimalle tanımazsınız o palyaço kadınları… Bağırıp çağırma konusunda çok usta olamayan kadınlar genelde içlerindeki zehri ağlayarak dökerler. “ağlak” tanımlamasını hangi dangalak yaptıysa muhtemelen böyle kadınlardan çok uzakta büyümüştür. Ona da kızmamak lazım… Palyaço derken bütün gece saatlerce ağlayıp, gözünü bir boşluğa dikip, her ihtimali tahmin eden, her kelimenin altında yatabilecek manaları ayrı ayrı düşünüp o güzel canını sıkan kadınlardan bahsediyorum. Tüm bunların üstüne hiçbir şeyi yokmuşçasına davranabilen kadınlardan… Problem çözme konusunda çok da başarılı olamayan, kabullenmeye daha meyilli kadınlar… Herkes uyuduktan sonra yastığını ıslatan, bir başlamışken genelde üzüntülerinin ucunu bucağını kaçıran kadınlar… Bazen öyle bir olur ki; neye ağlayarak başladığını unutur çünkü o kadar zincirleme bağlıdır mutsuzlukları. Bir ucunu yakaladı mı ilmek ilmek dökülüverir bütün sıkıntıl

Aranan "huzur" bulundu mu?

Bir yanından İslami kesimin çekelemesine maruz kalan, diğer yanından ağzına pelesenk olmuş insanlarca hor görülen "huzur"u bir rahat bırakırsak, eminim karşılığını verecektir. Sorsan anlamını bilmeyen ama ilişkiye başlarken arsız çocuk gibi "huzur da huzur" diye tutturan insanlar genelde "huzur"un başlıca katilidirler. Çünkü o -genel-lerinin arasında aldatma, kandırma olduğundan kirlenen ruhlarını arındırma aracı olarak görürler "huzur"u. Anlamını da değerini de bilmediğimizden küstürdük sanırım kendisini. Har vurup harman savurduk ziyadesiyle... Her tatile, her bolluğa, her heyecana huzur dedik. Oysa adları üzerindeydi onların. Kıymetini bilemedik. Sıkıldığımız anda huzursuz kıldık kendimizi, "huzuru kaçtı" dedik. Yine onun arkasına sığındık. Hâlbuki o sadece gerçekten ihtiyacı olanı bilir ve bulur. Kul sıkışmayınca Hızır da yetişmiyor huzur da yani... Derin nefes alma ihtiyacının giderek çığlık atma hissiyat

Hepimiz Soyaçekimiz!

Dün gece, yine her gece olduğu gibi gecenin kör saatinde uyanıp, telefonumun saatine amaçsızca bakınca dank etti! Hepimiz soyaçekiyoruz. Her seferinde kendi kendimi telkin amacıyla içimden "Ulan kaçsa kaç yat zıbar işte!" desem de bir sonuç alıp kendime engel olamıyorum. Sanırım kendimi rehabilite yöntemlerimde bazı "kaba" hatlı hatalar var.:) Soyaçekim kesinlikle var. Çünkü yıllarca gecenin her saati, akrep ve yelkovan durakları kendinden fosforlu saatinden, gümrük muhafaza ekiplerine taş çıkartan kontrol işlemleri yaparak; kim su içmeye, kim hacet gidermeye kalktı raporu veren rahmetli anneanneciğimle az dalga geçmedim. "Hamaaan! yatsın uyusun ya işte" diyordum. Yatılmıyormuş. Nihayetinde aslında hepimiz, eleştirdiğimiz çoğu yönleri de dahil, atalarımıza, analarımıza çekiyoruz. Bunu aslında titizliğiyle yıllarca dalga geçtiğimiz, yer yer bezdiğimiz, ablamla fısfıs çekiştirdiğimiz sevgili annemizin; adeta beynimize bir çip yerleştirerek bizi ken

Ağlamak da zordur bu devirde Azizim!

Ağlamak çok basit ve masrafsız bir deşarj yöntemi. Ama öfke kontrolü sağlayamayan insanların sağı solu tekmelediği, gerekirse tükürükler saçarak bağırdığı ürkünç hayatta, nedense genelde ağlayan ve içine atan insanlarla dalga geçilir. Ne komik! Ağlamak da pek kolay değil yani bu devirde... Çoğu zaman ağlayamaz insanlar. Kiminin sebebi, kimininse bahanesi çoktur... Muhtemelen zamanında kendisini üzen kişi, ağladığı sırada yüzüne boka bakar gibi bakıp "yine mi ağlıyorsun sen!?" şeklinde başlayan aşağılamalarla, O'na yaptığının yanlış olduğunu öğretmiştir. Ağlamanın zayıflık göstergesi, düşmanı sevindirici bir eylem olduğu öğütlenmiş ve ağlamaması gerektiğine inandırılmıştır. Bu yüzden ağlayamaz bazısı... Ağladığında "ağlamayacaksın!" şeklinde susturulmuştur çoğu zaman. Bulunduğu mekanı terk etmesi de yasaktır. Orada bulunup, ağlamayıp, mekanik bir cihaz gibi vazifelerini yapmakla mükelleftir. Küsmek yasak, cevap vermek yasak, ağlamak da doğal olarak yasaktır. Ve ç

Şimdi buradan çıkacağım ve....

Şimdi şirin ofisimdeki, az sayıdaki sıcakkanlı mesai arkadaşımla vedalaşıp, çok para vermesem de işimi gören 4 tekerleklime koşup, kontağı çevireceğim. Klimaya ihtiyacım yok. Çünkü camları açtığımda genzimde tatlılığını bile hissettiğim çiçek kokusu, denizden gelen rüzgarla birlikte ciğerlerime dolacak. Şehir trafiği, egzoz kokusu, korna sesi olmadığı için kısa süreceğinden endişelendiğim yolculukla, sahil şeridi, birkaç sokak, biraz ağaçlık geçtikten sonra bembeyaz evimi uzaktan göreceğim. Bahçesinde gözüm gibi baktığım erguvanlarımı kontrol edip, akşamın en anlamlı saatinde balkon keyfimi kaçırmamak için tatlı bir telaşla evime gireceğim. Taşların serinliği ayaklarımdan bütün vücuduma yayılırken zaten günün yorgunluğunun çoğunu atmış olacağım. Mutfağa koşup, akşamdan hazırladığım zeytinyağlıları, balkondaki kocaman pembe çiçekli örtülerle bezenmiş masanın üzerine koyacağım. Tam hafifçe esen rüzgardan cesaret alıp havalanmaya çalışan peçetelerin peşinden koşarken, O'nu göreceğim.

Huysuz meleğim'e...

Her yitenin arkasından hayat devam ediyor ama insan hep buruk kalıyor. Güldüğünde bir suçluluk hissi, mutlu olduğunda utanma... Üstelik geçmesi için belli bir zaman da yok. Yara değil ki iyileşsin, yol değil ki bitsin... Ölümle çok küçükken tanışmıştım ama üzerinden yıllar geçti. Ölüm, yıllar sonra, geçtiğimiz günlerde, 26 Mayıs'ta annenemin aramızdan ayrılışıyla kendini hatırlattı bana. Ölmeyi genelde bayılmak zannettiğimizi olayın ciddiyetine vardığımda anladım. Sevdiğin birini toprağın altına yerleştirip onu orada bırakıp gitmek çok zormuş gerçekten. 25 senedir benim için ana olan, oyun arkadaşı olan, yerlerde yuvarlanan, kucağında taşıyan, uyutan, yemek hazırlayan, tuvalete götüren, mezuniyetlerime sevinen, hediyeler alan, şımartan, anneme- babama karşı koruyan, gezmeye götüren, dualar eden... kısaca daha iyi olmam için elinden gelen her şeyi yapan Anneanneciğime yeterli karşılığı verememiş olmanın ezikliğiyle arkasından ağlıyorum. Gereksiz yere arkasından gözlerimi devirdiğim

Roaccutane Günlükleri'mi Kapatıyorum!

Bu kez elveda günlük diye başlayıp arkandan 3 taş atacağım! 9 eylül'den beri devam ettiğim, son 3 aydır 60 mg olarak tükettiğim, baş belam, sırt ağrım, eklem sızım, baş dönmem, ağlama duvarım Roaccutane ile ilişkimi kesmek üzereyim:) "4 tane leşi var, topuklarıma sıkar vallahi" dedirtip korkudan ayrılamadığın belalı sevgili edasıyla, resmen mecburiyetten hayatıma aldığım ve giderek alışmak zorunda kaldığım malum ilaç, sonunda numarasını gösterdi! Son 15 gündür, günde sadece 20 mg olarak aldığım bu kötü etkili ilacın cildime epey faydalı olduğu da yadsınamaz bir gerçek. Gerçi bu kadar yan etki bırakmama izin verseler ben ekolojik dengeyi değiştirir, bütün cisim ve nesnelere yeniden isim falan verirdim herhalde.. (Zahmet oldu kendisine ama işe yaradı!) Şu an o kadar hassasım ki, yüzümü kaşısam bile ufak çizikler açıyorum ya da kanatıyorum ama bütün yan etkiler azalarak vücudumu terk ediyor. Yaz gelmeden tedavinin bitmesi de iyi oldu, aksi halde bu güneşte kimonomu & ş