Kayıtlar

Kasım, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Testere!

Bu sabah gözlerimi korkuyla açtım. İnanamasam da, uyanmama sebep olan şey testere sesiydi. Yatakta kalıplaşmış halde, kımıldamadan birkaç saniye harcadım… Evet odamdaydım. Evet her şey yolunda gözüküyordu. Ama… ama ya bu testere sesi? Yatağımda doğruldum. Ses gittikçe yakınlaşıyordu. Kalp atışlarım hızlandı. Yorganı üzerimden fırlattım. Terliklerime bile kavuşamadan, apar topar yataktan fırladım. Gerilim müziği gittikçe artıyordu. Kalbim göğüs kafesimden çıkma mücadelesinde… Korkarak pencereye doğru bir adım attım. Birkaç saniye daha izin verdim kendime ama daha fazla duramayacaktım. Perdeyi yavaşça kaldırdım veeeeee O’nu gördüm. Kötü adam gülümsemesiyle, kocaman sarı eldivenlerinin altına gizlenmiş iri ellerinde testeresi… Duymaktan korktuğum ürkünç cümleyi dile getirdi: “I want to play a tree” Dayı n’aptın yaa? Pazar sabahı, sabahın köründe ağaç mı budanır? E tabi hemen arkasından iliştiriverdi: “make your choise!” Seçimimi camı kapamaktan yana kullandım ama ne fayd

Kabuslarınıza konuk olunur...

Hayatla ilgili fantastik fikirlerim var… Çocukluğumdan beri “belediye başkanı olursam yapacaklarım” listem kabaradursun (onu bir ara anlatırım), somut adımlarımın kesmeyeceğini düşündüm ve olayı bir adım ileri taşıdım. Fikrimi ateşleyen bilinçli bir protesto oldu. Baktım ki yetersiz zekalar yardıma muhtaç ve üretebilecekleri bir alternatif yok. Yine acıdım! Ben yardım etmek istedim. Fantazmam şu şekilde müthiş, fakat geliştirmelere de açık: “Bazı insanlara buton yerleştirilmesi” üzerinde düşünüyorum, sadece 1 gündür. Yapılan beceriksizlikleri, saçmalıkları, söylenen yalanları, verilen açıkları, tutulmayan sözleri tokat gibi surata vurmak için kişinin “beğenmedim” butonuna basabilsek keşke. Sanal mecralarda var da gerçek yaşam alanımızda neden olmasın? Zaten bugüne kadar bu yapılamadığı için korkaklara fırsat doğmuş. Bugün anladım… Eldeki imkanlara sarılmışlar. İnsanlar devekuşu misali… Gözükmediklerini hissettikleri zamanlarda fikirlerini beyan edebiliyorlar. Ne acı! Çünkü sığ düşüncel

Parıltı...

Resim
Bugün kendim için bir güzellik yaptım. Kitaplığımın çevresine sarı minik led lambalarından çevreledim. Yılbaşı köşesi gibi duruyor odamın içinde. Yılbaşı için süslenen ağaçlara da hayranımdır zaten... Yeni köşeme her baktığımda huzur veriyor bana. Bu hissi bir kez daha yaşamıştım. Ama şimdi aklıma gelince ağzımda acı bir tat oluşuyor nedense… Parıltılı şeylere karşı buruk bir aşk duyuyorum. Çocukluğuma inmeme gerek yok. Biraz geri gitsem kendi tarihimde, bulurum sebebini ama içimden gelmiyor… “Arabanın camına düşen yağmur damlalarına yansıyan araba farlarının pırıltısına bakıp da etkilenen biri daha var mıdır?” diye düşünüyorum mesela… O, yürürken ışıklarından gözümü alamadığım caddede, İstanbul’un en kalabalık yerlerinden birinde bile her geçişimde hayallere dalıyorum. Ya da Boğaziçi Köprüsü’nün ışıkları… Her gördüğümde aklıma bir şeyler geliyor. Burnuma bir koku yerleşiyor. Biraz buruk oluyorum, ama seviyorum… Belki de beklediğim, gözlerde, kalpte ve zekada göremediğim

Feodal Hanım'dan Notlar...

Türk milleti uyuma! Ülke toprakları parsel parsel satılıyor! Bir parsel de ben aldım da o sayede emin oldum. Edindiğim topraklarla kendi feodal beyliğimi kurup, at üstünde bütün gün çekirdek çitlerken zalımlık (-ı ile okuyunuz) yapma niyetindeydim… Ama hayallerim ‘su’ya düştü. Bugün gezmetif aktivitelerimden dönerken, manava uğrayıp alışveriş yaptım. Çok hamarat olduğumdan kelli, eve gelir gelmez yemek yapma niyetiyle mutfağa daldım. Aldığım patatesleri soymak üzere kendilerini bir kaba boşalttım. O an bir ferahlama hasıl oldu, zenginliğin verdiği hisle birlikte… Toprak sahibi olmak böyle bir şeymiş. Arazimi parmaklarımın arasında tutarken Anadolu’nun ılgıt ılgıt esen rüzgarını yüzümde hissettim. Vatan kokusunu içime çektim… Toprağı ellerimle ufalayıp akan suya teslim ettim… Çok dramatik oldu benim için de evet! Çünkü alışveriş deham sayesinde bugün patates değil, bildiğin çiftçi amcanın tarlasının bir miktarını söküp getirmişim. Patatesleri temizlem

Takıntı

Biri bana bunun takıntı olmadığını söylesin lütfen. Çok ihtiyacım var duymaya... Evet söylesin! Efenim benim bir maruzatım var. Şöyle ki: İstanbul “yaya” trafiğinde araba psikolojisine giriyorum. “Önüne kimse çıkmasın, acımam!” Neden bunu yapıyorum bilmiyorum ama her seferinde kendime koşmam gerekmediğini hatırlatsam da yeri gelince bir filinkiyle kapışabilecek olan hafızam bu gibi durumlarda 6 saniyede kendini yeniliyor. Beni yarı yolda bırakıp önüme ilk çıkan yayayı sağlayıp- solama üzerine komutlar vermekle işe başlıyor. Kemal Sunal’ın “Postacı” tiplemesi tadında bir insan oluyorum ve başlıyorum kocaman adımlar atmaya. Devamlı yeni hedefime ulaşıp, egale edince kendi kendime gaza geliyorum sanırım. Bu benim çıkarımım, tıp dilinde herhangi havalı bir adı var mıdır bilemedim. Sonuç: Her yere gideceğim zamandan daha çabuk varıyorum. Sollayıp önüne geçtiğim insanlara bir de dönüp “nanik” yapma derecesine gelir miyim? Henüz kestiremiyorum. Şu an için çok da tehlike arz etm

Sabırsızlıkla bekliyorum…

İçimde sararıp solan bütün güzel duygular yeniden uyanıyor. Çünkü birkaç ay sonra dünyanın en tatlı insanı kollarımın arasında olacak inşallah… Türkçenin en güzel kelimelerini kulağına fısıldayacağım. O derece… Birini görmeden de nasıl “büyük” sevildiğini gösterdiği için kendisine teşekkür edeceğim. Hayatı boyunca sarılsam da kötülüklere karşı koruyamayacağımı bilmenin verdiği çaresizlikle üstüne titreyeceğim. Kolunu bacağını “uff” yapan yerleri dövebilsem de kalbinin kırılma ihtimaline karşı elim kolum bağlı bekleyeceğim. Ama onu hasretle karşılayacaklar olarak öyle güzel bir karşılama hazırlayacağız ki… Yıllarca verdiğimiz emekle her şeyle mücadele etmeyi öğrenmiş olacak. Bizim yalansız sevgimize alışacağı için sahtelerine karşı bağışıklık kazanacak. Onu kucağıma alıp, misssss süt kokusunu içime çekeceğim günleri iple çekiyorum. Allah seni bize bağışlasın çok uzun yıllarca minişim... Teyze oluyorum ki ben :)

İyi bayramlar…

Hayır! Nerede o eski bayramlar demeyeceğim. Rahat olunuz :) Konuya farklı açıdan bakmayı seviyorum. Nerede o eski insanlar diye sormak daha doğru... Sadece kendimi örnek vereceğim. Eskiden boyumdan uzun olan bir kuyruğun havalanmasıyla altından çıkanları görünce bile gülebilen bir çocukken, şimdi evdeki kokudan kaçmak için parfümlerle odama kapatıyorum kendimi. Kurban kesilirken izleyen cabbar çocuk gitti, yerine çıtkırıldım kız geldi. Çünkü değiştim. Bayramlar değişmedi aslında… Bazı şeylerin kaybolmasına izin vermeyelim lütfen. Bu bizim elimizde. Tamamen yok olursa çok üzüleceğiz eminim. Kapıya gelen çocuklara para ve çikolatanın ikram edildiği, ev gezmelerinden ayrılırken -utanıp sıkılarak- verilen harçlığa sevindiğimiz, bayramı tatil olarak değil de bayram olarak yaşayabileceğimiz, büyüklerin ellerini, küçüklerin yanaklarını öpücüklediğimiz, hayır duaları aldığımız, güzel dualar ettiğimiz, tüm sevdiklerin buluşup kahkahalar atabildiği, sıcacık sohbetlerle dolu, kaç

Dikkat! Bu yazı vasıtalı kinaye içerir

Konuya yine bir itirafla başlayacağım ama çok kızıyorum! Herkes bu kadar iyi, bu kadar dürüst, tertemiz kalpli, kalbindeki merhametinden gözleri yaşaran insanlarsa kötü insanlar kim? Nerede yaşıyor? İtirafıma yanaşayım: “Evlilik programlarını izliyorum.” Fırsat buldukça izleyip, eğleniyorum. Sinirden fenalaşıp televizyon başından kalkana kadar kafa dağıtmak için birebir. İnsan toplumu daha iyi analiz edebiliyor. Çünkü “sen”den ve “senin gibiler”den farklı tipleri bir arada görme imkanı buluyorsun. Ayrıca çok da güldürebiliyor insanı. Gayet eğlenceli olduğu kısımları var… Bugün yine televizyon açıkken “artık yeter!” dedim, isyanım geldi. Hemen dile getirmek istedim. Herkes çok iyi çok dürüst... Eeee? Bir kere sen o yaşa gelene kadar kaç kalp kırdın, illa ki terk ettin, terk edildin, çoğunuz boşanmış bile. Hep mi karşındaki insanlardı kötü olan? Sen hiç mi kötü düşünmedin? Hinlik yapmadın? Madem hep onlardı “tu kaka” olan. O zaman şimdi hangi cesaretle iyi insan arıyorsun