Kayıtlar

2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Tek kullanımlık sabır

Resim
Bizim sabrımız tek kullanımlık sallama çaylara benzedi. Tasavvufun tasvir ettiğinden ya da en basitinden analarımızın gösterdiği o demli sabırdan ne yazık ki pek kalmadı. Hiçbir şeye tahammül edemeyen sabırsız canlılar olduk. Bir meyvenin olgunlaşmasına bile dayanamayıp içine türlü kimyasallar katarak yine kendimizi zehirliyoruz. Bu örnek aslında tüm hayatımıza hâsıl olmuş durumda. Bir kelimeyi yazacak kadar sabrımız bile yok. Her gün yolladığımız maillerde "teşekkürler" yazmaktan aciziz. Lafın nereye çekileceğini umursamadan "tşk" yazıveriyoruz. En uzun cümlelerle aşkını kâğıda o da divitin ucundan süzülen mürekkeple döken, sonrasında onu özenle sarıp sarmalayıp postaya veren insanın demlenmiş sabrının bir yudumuna muhtacız sanırım. Kaldı ki güvercinle gönderenlerden bahsetmiyorum bile... Tadına vararak yaşamadığımız her an da hesabını sonradan kayıplarımız olarak soruyor bize... Boşa giden, telaşla geçen onlarca günümüz kalıyor g

Metrobüs sanatı!

Efenim her İstanbullunun en az bir kez maruz kaldığı; varlığı bir dert, yokluğu yara olan metrobüste seyahat etmenin inceliklerini kısaca paylaşmak istedim. Bir metrobüszede olarak yeni başlayanlar ve yeniden binmek isteyenler için metrobüs teknikleri... Ayağın takılsa kimsenin elinden tutmayacağı acımasız bir savaş alanı gibi düşünebilirsin metrobüsü. İçinde asla su bulamayacağın sürüyle dolabın önünde dualarla bekler, "Allah Allaaaah" nidalarıyla kendini metrobüse atabilirsin. Atabilirsen tabi? En sancılı aşama: "metrobüse binme" Yüce metrobüsün ulu kapıları karşında açıldığında hızlı davranmakta fayda var. Kendini bindirsen çantan, torban illa ki arkada kalacaktır ama bence önceliği 'neticene" ver. Zira en önemli yer orası. Attığın adımla öndeki amcanın neticesini de hoppacık yaptırma ihtimalin yüksek ama o kalabalıkta kimse fark etmez. Bekleme yapmayalım ablacım! Şimdi hepsini hürmetle öperim ama dünyayı uzaylı istilası basmış

Önünüzden yiyiniz!

Büyüdükçe anlıyorum ki; hayat değil, insanlar yoruyor gerçekten. İçimizdeki kinin, öfkenin, hasedin ne kadar aşmış ve coşmuş olduğunu en yakın çevremizden de dünyanın halinden de anlayabiliriz. Makro ölçekte güçlü olan güçsüzü katledip, soyarken, mikro ölçekte de dedikodu ve hasetle insanlar kasıp kavruluyor. Neyse benim söyleyeceklerim dünyayı kurtarmak adına değil biraz had bilmek ve haset adına... İnsanları kınarken iki kez düşünmek adına... Hz. Muhammed'in de söylediği gibi kınadığımızı yaşamadan ölmeyeceğiz. Her şey hepimizin başına geldiği halde ve anın garantisi olmadığı halde neden bu kadar burnumuz kalkık anlamıyorum? Sadece biraz farkındalık yaratmak için yazıyorum farkında olduğum bazı şeyleri... Başkasının çocuğunun şımarıklığını kınayan kadının çocuğu bir baş belası olarak yetişebiliyor ne yazık ki. Boşanan bir komşusunu hangi gönül ağrılarına katlandığını, kaç gece ağlamaktan yastığını ıslattığını bilmeden "dul" diye damgalay

Neyse ki yol akıyor...

Yol akıyor, taşları görüyorum, sayıyorum. Yağmur yağıyor... İçimde kavgalar, isyan ediyorum. Söyleniyorum. Sorguluyorum. Nasıl başlarsam başlayayım kendimi suçlayarak bitiyorum. İnsan bazen ara vermek istiyor yaşamaya. Ama neyse ki yol akıyor. Ya da kendimi, beni kimsenin bulamayacağı hatta aramayacağı bir odaya kilitlemek istiyorum. O zaman da aramadılar diye üzülürüm ama değil mi? O zaman ben de onları aramam. Çünkü her şey karşılıklı! Karşılıksız sandığımız sevgi bile karşılıklı. Emek biraz karşılıksız ama... Hayat yorucu, insanlar iki yüzlü. Ve ne yazık ki iki yüzlü olduklarını bildiğim halde onlara gülümsediğim için ben de iki yüzlüyüm! Yağmur yüzüme yağıyor. Kafamı kaldıramıyorum yüzüm ıslanmasın diye. Yüzüm yok diye. Çıkarlarımızın birleştiği çizgi boyunca iyiyiz birbirimize... Aksi halde herkes kötü. Zaten herkes kötü bir ben iyiyim. E bunca üzülen ne peki? Neyse ki yol akıyor. Ben hızlandıkça ıslak kaldırımlar da hızla değişiyor. Yavaşlayınca

Siz de oynayamayanlardan mısınız?

Son yıllarda bu konuda biraz kendimi geliştirsem de genel olarak oynamayı pek sevmem. Benim sorunum "sorgulamak" Eller iki yanda, devamlı salınım şeklinde; belirlenen arazi içerisinde bir o yana bir bu yana gülümsemek suretiyle hareket etmek bana saçma geliyor. Böyle düşününce elbette herkese saçma gelir! Mamafih benim sorunum dans ederken ya da daha samimi ve bizden bir ifadeyle "oynarken" devamlı vicdan hesaplaşması yapıyor olmam kuzum. “Ne yapıyorum ben yahu?” “Ne ki şimdi bu?” “Ellerimi çok mu sallıyorum acaba?” Hoş, son 3-4 yıldır kendi düğünüm cenaze havasında geçmesin düşüncesiyle, her gittiğim yerde yatırım amaçlı iki göbecik atmışlığım oldu. İade-i göbek alabilmek adına... Çünkü her ne kadar entel olsan da, "ben düğünümde sadece lounge müzik" çaldıracağım desen de o "güvercin uçuverdiiiii"den kaçamıyorsun. Düğün işte! Önemli olan kalabalığa olabileceğin en içten şekliyle ayak uydurmak. Aslında benim dans konusundaki ç

Her Oje Bulaşık Süngerini Tadacaktır!

Pijamalarınızda yer yer beyaz- sarı lekeler varsa, çamaşır suyu eşittir temizlik algısı kafanızda yerleştiyse, ojeleriniz tırnağınızda 2 günden fazla duramıyorsa, tebrikler siz de ev hanımısınız. Çalışsın ya da çalışmasın kodundan dolayı her kadın "ev hanımı" bence. E nihayetinde evi, yuvayı biz yapıyoruz yetmez gibi temizliyoruz, pişiriyoruz, ütülüyoruz, çalışıyoruz, doğuruyoruz… Off! Sayarken bile yoruldum. Hanım da biz olduğumuzdan... Adımız üstümüzde zaten. İşimiz iş yani arkadaş! Geçen gün pek sevgili kocacığım "Bizim ev aslında çok temiz, pek kirlenmiyor yeaa!" deyince içerlemem, beni konu üzerinde düşünmeye sevk etti. Bu ev kirlenmiyorsa benim yaptıklarım neydi? Aman tanrımdı. Yoksa ben odalar arası bağrı yanık it gibi boşuna mı dolanıyorumdu? "Çünkü temizlemeye programlandım. Ben kendimi durduramıyorum, kodum bozuk!" da diyemedim. Şöyle bir düşündüm, etrafımdaki kadınların ortak yakınmasına kulak verdim ve baktım

Sarışın, Esmer Fark Etmez?

Türkiye'de kadın olmak zor. Bu konuda hemfikiriz. Kadın olarak yaptığınız her şey de zorlaşıyor akabinde... Yani kadın sürücü olmak hepten zor. Hele saçınızın rengine göre bile yaptığınız işin zorluk derecesi değişen bir ülkede yaşama fikri dayanılmaz ne yazık ki. Sürücülük kabiliyeti zaten kesinlikle Allah tarafından erkeklere torpil geçilmiş bir meziyet.  Ama vücuttaki soğuk kan seviyesine göre pek tabi çok iyi kadın sürücüler de var. Fakat hepsinin hakkından gelecek bir eşkıya trafikte mevcut. Trafikte yine erkeklerin koyduğu, yazılı olmayan kurallar işliyor. Sanırsın sahalarına izinsiz girdik. Öyle mülevves bakışlar... Misal kadın sürücü daima yol vermek zorunda. Allah muhafaza, kazara kendisine yol verildiğinde de yavşak (bit yavrusu olan değil!) gülüşlere maruz kalmak durumunda. Dayıcığım, pos bıyıklı kamyon şoförü hemcinsine yol verdiğinde ya da -kendisi zorla aldığında- da ağzının şirazesi kayıp böyle suratına bakakalıyorsan; tercihlerine el

Mete'ye Not :)

Teni pamuktan daha narin, elleri neredeyse saydam, minnacık Mete'm dün akşam biraz gecikmeli de olsa ilk kez anneciğinin karnından bana sinyal gönderdin. O kıpırtıların beni nasıl mutlu etti nasıl... Seninle iletişime geçebilmek ne kadar harika bir his!  İnsan görmeden özler mi birini? Özlüyor ya işte! Çok özledim seni kaymağım. Ağabeyin balım, sen kaymağımsın benim:) Çünkü çok kıymetlimsiniz ikiniz de... İnşallah doğduğunda kulağına fısıldayacağım ninnileri, beni herkesten daha çok seveceğinin hayalini düşünerek, her sabah ama her sabah Allah'ın seni koruması ve sağlıkla kucağımıza gelmen için dua ediyorum... O mum gibi parmaklarının; elime, yüzüme dokunacağı, bize sımsıkı tutunup hayatla mücadelenin başlayacağı günleri bekliyoruz. Seni çok özledik bebeğim. Gözlerini, yüzünü, saç rengini, huyunu suyunu tahayyül etmeye çalışıyoruz. Aynı Kaan'ımızda olduğu gibi. Ağabeyciğinle akşamları seni seviyoruz aramızda anneciğin olsa da:)

Neye Programlandık Böyle?

Resim
Daha iyi yaşamak için, yaşamaktan vazgeçen mahkumlarız biz. Çeşidi fark etmeksizin iş yerlerine tıkılıp, nefes alabileceğimiz tatil gününün hayaliyle zaman öldürüyoruz. O gün geldiğinde de bezginlikle ve zaman darlığıyla ne yapacağımızı şaşırdığımız için rehavet halinde çarçur ediyoruz beklentimizi. Öldürdüğümüz zaman, bizim hayatımızdan çalsa da biz ailemize, kendimize, sevdiklerimize zaman ayırabilmek için -daha doğrusu- çalışmaktan başka herhangi bir eylemde bulunabilmek için seve seve öldürüyoruz zamanı. Rüyamızda köprülerin, denizlerin üzerinden uçtuğumuzu görüp hafif kalp çarpıntısıyla uyanmamızın; hafta içi masa başında hülyalı düşüncelere dalıp, olmayacağı mutlak hayaller kurmamızın sebebi başka ne olacak ki... Deniz manzaralarını bilgisayarlarımızın masa üstüne koyup iç çekerken; eve dönüş yolunda, üzerinde köpükten kuzuların zıpladığı canım denize izmarit atmamız da işte hep aynı sebepten. Aynı; bir köy evinde yediğin gözlemenin rayihasında boğulurken

Kadınlar Ne İster?

Brigham Young'un bir sözü var. "Bir erkeği eğitirseniz bir adamı eğitirsiniz. Bir kadını eğitirseniz, bir kuşağı eğitirsiniz." Brigham efendi çok güzel söylemiş olsa da günümüzde biraz imkân zorlayan bir laf etmiş kendisi. Ayrıca kadının sorumluluğu pek azmış gibi kuşakların faturasının da onlara, hem de bir erkek tarafından kesilmesi biraz üzücü olmuş şahsen. Erkek egemen toplumda, erkeklerin kanunlarıyla yaşayan, erkeklerin savaşları için resmen militan doğuran- yetiştiren ve gerekirse feda eden kadınlar; tüm insanlığın da sorumlusu tutuluyor. Ziyadesiyle unutulan ise: Hiçbir kadın özgür iradesiyle yaşayamıyor! Babasının, ağabeyinin vs. açmasına müsaade ettiği pencereden dünyaya bakan kadın; onların izin verdiği ölçüde giyiniyor, konuşuyor, gülebiliyor, eğitiliyor, insan ilişkilerine katılıyor, onların arzularına icabet ediyor. Tüm zevkleri, hobileri, kişiliği, kısacası yaşamı bu çerçevede olgunlaştığından olacak ki; yetinmeyip bir de koca buluy