Siz de oynayamayanlardan mısınız?

Son yıllarda bu konuda biraz kendimi geliştirsem de genel olarak oynamayı pek sevmem.

Benim sorunum "sorgulamak"

Eller iki yanda, devamlı salınım şeklinde; belirlenen arazi içerisinde bir o yana bir bu yana gülümsemek suretiyle hareket etmek bana saçma geliyor.

Böyle düşününce elbette herkese saçma gelir!

Mamafih benim sorunum dans ederken ya da daha samimi ve bizden bir ifadeyle "oynarken" devamlı vicdan hesaplaşması yapıyor olmam kuzum.

“Ne yapıyorum ben yahu?”

“Ne ki şimdi bu?”

“Ellerimi çok mu sallıyorum acaba?”

Hoş, son 3-4 yıldır kendi düğünüm cenaze havasında geçmesin düşüncesiyle, her gittiğim yerde yatırım amaçlı iki göbecik atmışlığım oldu. İade-i göbek alabilmek adına...

Çünkü her ne kadar entel olsan da, "ben düğünümde sadece lounge müzik" çaldıracağım desen de o "güvercin uçuverdiiiii"den kaçamıyorsun. Düğün işte! Önemli olan kalabalığa olabileceğin en içten şekliyle ayak uydurmak.

Aslında benim dans konusundaki çekingenliğimden biraz bahsetmek adına bu konuyu açtım. Yıllar önce yaşanan, kalbime ve maziye gömülen, beni oyun havasından soğutan ve bu konuya devamlı temkinli şekilde yaklaşmamı sağlayan o kara gün...

Neyse abartmayalım ama havada durdum şahitlerim var!

Şöyle ki; 90'lı yıllarda, doğum günüm vesilesiyle babamın arkadaşları, beylerin hanımları ki kendileri annemin arkadaşları olur. Onların çocukları ki onlar da ablamın yaşıtları olur. Bir araya gelinmiş. Kalabalık bana çok hitap etmese de ortamdaki herkesi çok seviyorum; zaten gündüz arkadaşlarımla vakit geçirmişim, üstelik bir de "doğum günü" faktörü eklenmiş. Dolayısıyla inanılmaz mutluyum.

Hop hop hopluyorum. Evin içinde deli danalar gibi koşuyorum.

Herkes gülüyor. Yeniliyor, içiliyor vs.

Derken içimizde zor tuttuğumuz kıpırtılar baş veriyor.

Evde çalan müziğin etkisiyle kafası çakır olanlar ve kendini hep çakır hissedenler ayaklanıp dans etmeye başlıyor. Dönemin sanırım popüler oyun havaları çalıyor. Ben de büyüklere eşlik ediyorum. Bolca sırıtıyorum.

Babamla oynamak elbette çok zevkli ama öperken bile parmak uçlarında yükselmek zorunda kaldığım babacığımla oynamak için biraz efor sarf ediyorum tabi.

Oyunun gazıyla kendimizden geçtiğimizde o meşhur "kalça tokuşturma" hareketleri yapılıyor. Ben de çocuğum ya özeniyorum tabi.

Kafama koymuşum. Hakkını verip babamla ben de kalça tokuşturacağım.

Babamın kalçasını bana doğru uzatacağını fark ettiğim an, bu fırsatı kaçıramayacağımı anladım.

Karar çok anlık gelişti tabi haliyle...

“Evet oynamalıyım.”  diyerek harekete geçiverdim. O kalça tokuşturma hareketini yaparsam sanki beni uluslararası bir örgüte dâhil edeceklermiş gibi büyük bir sorumluluk ve aidiyet duygusuyla derhal babama yan dönüp havaya zıpladım!

Aynı anda müzik çalıyordu.
Herkes dansa devam ediyordu.

Babam kalça tokuşturup ardını dönerek oynamaya devam ederken, benim için durum biraz değişmişti.

Ağır çekimde sağ yanımdaki -adeta 90’ların sembolü olan- koca vitrine doğru uçuşumu hatırlıyorum.

Gerisi gayet hızlı çekim gelişti. Vitrinle sert bir şekilde buluşup kayarak aşağı indim!

Aynen çizgi filmlerdeki gibi olmuştu. Beynim zonklarken vitrinden kendimi sıyırıp bir yerlerimi ovalayarak oyuna dâhil olmaya çalıştım.

Çocukluk işte insan çabuk toparlanıyor.

Ama ilk sorgulama o an başladı. "Ne yapıyorum ben yau?"

Hala da çok güzel sorgularım. İşte bu yüzden hep oynayamamalarım.

Hörmetler :)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tek kullanımlık sabır

En Az 1 Spartalı Ve Bengü

Neye Programlandık Böyle?