Yarısı buysa...
Aile içi durumların karışıklığı, ablamın izinlerinin bitmiş
olması... Kısaca hayat bana bu kısa deneyimi yaşatmak için elinden geleni
ardına koymadı ve ucundan "analık" nedir gösterdi.
Hayatımın manası, ailemizin neşesi, ablamın biricik oğlu, 20
aylık bebeciğe bakmak en fazla ne kadar zor olabilirdi ki? Neşeyle kabul ettim.
Anladım ki, yakın
zamanda, gizli servisler çocukların gücünü kullanmadıkları her gün için
pişmanlık duymaya başlayacaklar.
Neyse... Planım sabahları Kaan'ı doyurup, paklayıp, giydirip
yakınlarda arabasıyla dolaştırmak, bebişim de tatlı uykusuna daldığında neşeyle
yanımda getirdiğim 3 kitabı bitirmek, kâh film izlemek, kâh internete girmek,
akşamları da bu dinlenmekten potansiyele çevirdiğim enerjimi harcamak üzere
sevgilimle gezme programları hazırlamaktı.
Olayların böyle yürümeyeceğini daha ilk gün anlamıştım fakat salı
günü ikimiz de çaresizlikten ağlıyorken gidişattan emin oldum!
Kaan, sabahın 7'sinde yataktan "diyceee" diyerek
kahkahalarla fırlıyor, benim yorgunluktan ağzımdan akan salyayı toplamama fırsat
vermeden bir kasırga gibi, geçtiği her yerde tahribat bırakarak ilerliyordu.
Peşinden koşmak ne kelime, yanından ayrılamıyordum.
Sabahları uykusu iyice dağılana kadar oyun oynayıp, ardından
türlü taktiklerle kahvaltısını yediriyordum. Bir çocuğa istemediği bir şeyi
yedirmeye çalışmak, Esad'tan Suriye'yi bırakmasını istemekten farksızdı.
Pepee'dir, Jibber'la Jabber'dır, Keloğlan'dır yapmadığım taklit, oynamadığım
jingle kalmamıştı.
Kahvaltının ardından gelen rutin “kakalı bez” değiştirme
operasyonları sandığımdan daha zorluydu. Gün içinde pıtır pıtır hüplettiği
üzümlerin etkisiyle alt değiştirme operasyonları daha da can alıcı hale
geliyordu. Ama direnecektim.
Kaan'ı uyutup, ikinci rounda hazırlanma ümitlerim de tamamen
suya düştü çünkü anladım ki, benim DNA'mda çocuk uyutmak yoooh!muş…
Kitap okuyup dinlenmek bir yana, tuvalet ihtiyacımı
öncesinde bir saat yalvarıp izin isteyerek, kapımda muhafızım beklerken
yaklaşık 15 saniye içerisinde halletmem gerekiyordu.
Tüm bunlara rağmen, çorabını giydirdiğin için pamuk gibi bir
elin elini okşaması, arabalarını onun yerine park ettiğin için yanağından makas
alan minicik parmaklar, bücürük boyuyla danslar edip seni güldürmesi, kendisi
haricinde hiçbir şey düşünmene fırsat vermemesi, aptalca jest ve mimiklerine
hayatta duyabileceğin en içten, yalansız ve çıkarsız kahkahaları atması,
içinden o an gerçekten ne geliyorsa öyle davranması, uykusundan adını
sayıklayarak uyanması... Bir insana bütün derdini unutturuyormuş gerçekten… Çocuklar
resmen mucize.
İnsanları mutlu etmek için yaratılmışlar (ve tabi yormak için
de :) )
Bütün zahmetine rağmen o kikirdek hali tavrı adeta
meditasyon etkisi gösterdi. Ancak yine
de son aldığım karara göre, çocuk sahibi
olma planlarımı biraz daha ötelemekte yarar var.
Ve şunu da anladım ki; teyze olmak şayet anne olmanın
yarısıysa... Bir kadın gerçekten hayattan nasibini alıp, ununu eleyip, eleğini
asıp, yaşamaya doyup, artık kendisini adayacak başka bir şeyler aradığında anne
olmalı:)
Bütün annelere hörmetler...
Yorumlar
Yorum Gönder