Yaktın bizi Didim Rampası!

Az önce anneciğimi İzmir’e yolladığımdan sebep, içim pır pır. Böyle evin içinde kuyruğu yanık it gibi dolanırken aslında bu evde genelde bir yere gidenin ben olduğumu fark ettim.

Gitmek çok daha kolaymış, kalıp beklemek zor… Hemen her konuda böyle zaten diye bir geyiğe gireceğim ama mevzu bahis de uzun yol olunca kendimi tır şoförü gibi hissetmemek adına kısa kesiyorum bu faslı.

Efenim yolculuk gündemime oturmuşken yaşadığım anlarda o güne kadar tükettiğim bütün süt ve süt ürünlerini bilumum yerlerimden getiren bir olaydan bahsetmeden geçemeyeceğim.

Bir yaz şeytan dürtükledi, tek başıma Bodrum’a tatile gitmeye karar verdim. Gözüm o kadar da kararmamış olsa gerek aynı anda teyzemin bir arkadaşında kalma kararı da aldım. Yine de ev kedisi gibi yaşayan insan için, gayet radikal bir karar aldığımın bilincinde yola çıktım.

Gidiş yolu ümit dolu tabi ki, tatil heyecanıyla yanımda oturan hatta sığamadığından yer yer kucağıma kaçamak bakışlar atan teyzeciği bile beynime “sevimli imgelerle” kodluyorum. Yaklaşık 12 saat sonra zombivari bir şeklilde otobüsten iniyorum ve 1 haftalık muhteşem tatil başlıyor. Geziyorum, yiyorum, içiyorum, yüzüyorum, okuyorum, dans ediyorum (tabi bu fiillerin bazılarında bana eşlik eden insanlar da oluyor deli gibi hepsini tek başıma gerçekleştirmiyorum )

Neyse, 3 Rus, 2 Azeri birkaç da Türk’ün olduğu bir evde gayet ilginç vakit geçirdikten sonra (bu konu makaleye, kompozisyona sığmaz, başlı başına tez konusu olur o yüzden hiç girmiyorum…) ayrılık vakti gelip çatıyor.

Bavulumu hazırlayıp evden ayrılıyorum, bir şeyler yemek için bir yere oturuyorum ki telefonum çalıyor. “Efendim otobüsünüz hareket etti şu anda nerdesiniz?”

E zaten bunu söyleyip acentada oynamaya falan başlıyorlar heralde keyiften, bu saatten sonra haber vermesen daha iyi değil mi arkadaşım? Bırak cahil ama mutlu kalayım...

Olayın şokuyla, 'her yere vaktinden en az yarım saat önce giden ben', nasıl oldu da böyle bir hata yaptım diye sorgulayarak Bodrum Çarşı'nda koşmaya başlıyorum. Her şerde bir hayır vardır lafının ne kadar doğru olabileceğinin bilincinde değilim tabi o zaman. Gençlik (!)

Serüven başlıyor, her zaman kurmak için yanıp tutuştuğum o cümleyi kuruyorum “Taksici amca öndeki otobüsü takip et elini ayağını seviyim” Sanırım Muğla çıkışında otobüsü yakalıyorum.

Bu arada kaçırmamaya çalıştığım otobüsün bilet fiyatı: 85 TL

Kaçırmama adına taksiye verdiğim ücret: 40 TL

Yaşadığım kalp krizlerinin değeri: paha biçilemez!

Otobüse binip herkesin ayıplar bakışlarına maruz kalarak, parmakla gösterilerek yerime ilerliyorum ve kafamı da boynumun içine sokmak suretiyle koltukla yakın temasa giriyorum.

Derken… 5 metre sonra otobüs duruyor, tekrar çalışıp yoluna biraz devam etse de yine duruyoruz. Bir benzin istasyonunda aracın orası burası bızıklanıyor, tekrar hareket ediyoruz ve Didim Rampası denilen o ismi pek havalı mekanda aracımız yolda kalıyor. Yaklaşık 2 saat dağ başında, karanlıkta yeni aracı bekliyoruz. Kaçınılmaz son gerçekleşip de herkes araçtan tahliye edilince, yolcular birbirine önce gözüne el feneri tutulmuş bıldırcın gibi bakışlar atıyor, derken dostluklar hatta aşklar bile başlıyor. E burası Türkiye… Hatta Didim Rampası o derece…

Uğursuzluk ben binince mi cereyan etti yoksa ben zaten bilinmeyen bir güç tarafından kötü sondan uzaklaştırılmaya çalışsam da kaderime mi direndim? Bilemiyorum ama maceranın ardından Varan Turizm gönlümüzü almaya çalışsa da hepimizde bir kırıklık olmadı değil.

Sonuç; olayın bana kattığı bir şeyler de oldu, mesela artık “her şerde bir hayır vardır” sözünü söylerken kendimi boş konuşuyor gibi hissetmiyorum destekleyici nedenlerim var. Ayrıca artık elimden kaçan şeyleri böyle şevkle kovalamıyorum. Bu da bana ders olsun.

Annem de dahil herkese hayırlı yolculuklar:)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neye Programlandık Böyle?

Tek kullanımlık sabır

En Az 1 Spartalı Ve Bengü